Erken çocukluk çağı yaşantılarını konu alan bir alanla ilgilendiğim ve hastalarıma bu alan dahilinde yaklaştığım için edindiğim bilgi ve gözlemler bana, her iki ebeveynle de çocuğun girdiği etkileşimin oldukça önemli olduğunu öğretti. Bununla beraber bugünün “Anneler günü” olması sebebi ile annenin yaşamımızdaki rolüne değinmek istedim.
Bir gün hastalarımdan biri seans sırasında hiç unutamadığım bir söz söyledi. Anne ile sorunların konuşulduğu seansa “bir annenin doyurmadığını dünya doyuramazmış” cümlesi ateş gibi düştü. İlk aşkımız, gözü gözümüze ilk değdiği andan itibaren ilk yoldaşımız… Yaşam boyu zorluklara direnen bir sevgi, şefkat ağıdır aramızdaki ilişki annemizle. Anne bebek bağlanması henüz anne gebe iken başlar. Doğum sonrasında ise sağlıklı, güvenli bağlanma ile çocuğun bir takım fiziksel, psikolojik ihtiyaçları karşılanır. Bu bağlanma süreci o kadar önemlidir ki hem yaşam boyu devam eder hem de kişinin yaşamını, alacağı kararları, doyumlu ilişkiler kurup kuramayacağını belirler. Kişi güvenli bağlanma stiline sahip olursa diğerleri ile kurduğu bağlara güvenir, özsaygısı iyidir, kendini sevilmeye layık ve değerli hisseder, kuşkucu tutum yerine iyi niyetli ve olumlu beklentiye sahip bir tutum sergiler ilişkilerinde, özellikle de romantik ilişkilerinde. Dolayısıyla annenin yaşamımızdaki rolü paha biçilemezdir. Bir güne değil, bir ömre sığmaz bize kattıkları.
İnsan psikolojisi öyle bir denge üzerine kuruludur ki erken çocukluk çağı ihtiyaçlarımızın yeterli düzeyde karşılanması gerekir sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olmak için. Yeterince sevilmek, şefkat alabilmek, saygı görmek, oyun oynayabilmek, birey olduğumuzu hissedebilmek, kendiliğindenliği, sınırları öğrenebilmek… Tüm bunları çocuğu ile deneyimlerken muhakkak ki desteğe ihtiyacı olacaktır annenin, yükü ağırdır, inkar edilemez. Kimi zaman kendi çocukluğuna döner, deneyimlerini gözden geçirir, hatalarını görür, bazılarını düzeltebilir ama hata da yapabilir çünkü herkes gibi anneler de hata yapar, mükemmel değildirler. Ayrıca kim mükemmeldir ki, mükemmel olmak nedir, niyedir?
Önceki yazılarımın birinde aile kavramına değinmiş, Hirokazu Koreada filmlerinden birine değinmiştim. Türkçeye “Saklı Gerçekler” ismi ile çevrilmiş olan başka bir Koreada filmini (The Truth) hatırladım bugün vesilesiyle. Başrolünü Juliette Binoche ve Catherine Deneuve’ün paylaştığı filmde narsistik örüntüye sahip bir anne ile kızının yıllar süren hesaplaşması konu edilir. Filmde vurucu bir replik vardır: “Seni affetmeye çalışıyorum anne”. Bu sözannesinin gözlerinde şefkat arayan ancak bulamayan bir kadına ait. Çocukluğunda karşılanmamış ihtiyaçlarının peşinden gitmeye çalışan ve buna yine annesi vasıtası ile ulaşmaya çalışan kadının hayal kırıklıklarına temas ediyoruz filmde. Çocuğunu duygusal açıdan mahrum bırakmış bu annenin kendi travmaları ile yüzleşmesine şahit oluyoruz. Peki anneden vakitlice karşılanmayan ihtiyaçların bedelleri yine anneye ödetilmeye çalışılabilir mi? Bir sonuç alınıp acılar dinebilir mi?
Freud’un bir sözü vardır, çok severim: “İnsanlar kendilerine anne, baba olmak zorundadır” der. Hastalarıma sık tekrarladığım bu cümle yetişkin halinize yardım etmek içindir. Anne şefkatinin, sevgisinin, bakımının yerini tutması zor olsa bile yetişkin halinizle kendinize ebeveyn olabilir, olmaya çalışabilirsiniz. Belki buradan yola çıkarak gerekli şefkati kendinize verebilir, çocuğunuzun gerekli ihtiyaçlarını da karşılayabilirsiniz. “Yeterli bir anne miyim?” sorusunun cevabı kendi ihtiyaçlarınız ile çocuğunuzun ihtiyaçları arasında kurduğunuz dengede saklıdır. Anneler gününüz kutlu olsun, sevgiler…
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.