Freud’a göre bellek yas karşısında direnir, çünkü yitirilen sadece bir kişi/nesne değil, insanın o kişi/nesneyle kurduğu ilişkidir aynı zamanda. Bu nedenle bir “yas çalışması”na ihtiyaç vardır: yani “öleni öldürme süreci”ne. Freud, “Yas ve Melankoli” başlıklı yazısında “sağlıklı/başarılı yas” ve “patolojik/başarısız yas” ayrımı yapar. Başarılı yas kaybedilen nesnenin/kişinin yerine başka bir nesneyi/kişiyi koymakla ilgilidir; başarısız yas ise engellenmiş yastır, patolojik bir durumdur ve melankoliye yol açar. Bu patolojik durumda, ego kaybedilen nesne tarafından ele geçirilir, kaybedilen nesneye kendini adar. İlk yazılarında melankolinin sağlıksız bir takıntı hali olduğunu vurgulayan Freud sonraki yazılarında melankoliyle birleştirdiği tutuma ayrıcalık tanımıştır; yas için temelde önemli olan şey yitirileni bünyeye katmak, kayıp nedeniyle sonsuza kadar değişmeye rıza göstermektir.
Burada söz konusu olan, kayba bağlılığın nihai koparılışı değil, bağlılığın özdeşleşme olarak bedene alınışı ve bu yolla kaybın bedende ikâmet etmeye başlayışıdır: Tam olarak terk edilmeyen kayıp dışarıdan içeriye aktarılmakta ve egonun bir parçası olarak korunmaktadır. Freud’un Ben ve İd’deki çözümlemelerinin temel vurgusu, kaybın dönüştürücü etkisidir. Butler bu vurguyu çok önemser: Gerçek yas kişinin kayıp tarafından ele geçirilmeye razı olmasıyla tutulabilir; bu, aynı zamanda ötekine/belirsiz olana/temsil edilemeyene teslim olmaktır. Geçmişin hayaletleri ve ağırlığıyla hantallaşmış olan günümüzde politik özne olmanın koşulu da bu melankoli ya da yitenleri şimdide tutmaya adanmış uzlaşımsız yastır.
Uzlaşımsız yas, Walter Benjamin’in “Tarih Kavramı Üzerine” başlıklı yazısında Paul Klee’nin “Angelus Novus” adlı tablosunu betimleyişini akla getirir: Bu tabloda Klee,
“…bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir eder: Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş.Bize bir olaylar zinciri olarak görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama Cennet’ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle bir şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir…”
Bu alıntı tarihin enkazını seyredenin müphem varoluşunu da mükemmelen ifade eder. Geçmişi, geleceği, elbette şimdisi de kendisine ait olmayan seyirci, muhtemelen, gördüğü felaketten bir anlığına uzaklaştığında fırtınaya kapılacak, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenecektir; bu, tarih karşısında edilgin konumlanıştır. Tarihin enkazıyla kurulacak faal ilişki ise geçiş/akış değil de “kopuş” olan “şimdi”nin zamanında, “olay”a sadakatle mümkündür.Kurma-yıkma diyalektiğini askıya alan mesiyanik an, geçmişi kurtarmak ve geçmişi geleceğe yöneltmek için tarihte ilerleme denilen şeyi askıya almalıdır.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.