Charles Darwin, bilim dünyasında yeni bir devrim yaratacak olan 5 yıllık ünlü yolculuğundan sonra 1836’da İngiltere’ye döndüğünde 27 yaşındaydı ve bilim tarihinin en parlak kariyerlerinden birinin henüz başındaydı. Canlı yaşamın oluşmasının ve gelişmesinin temel taşlarını keşfetmiş, jeolojide ve biyolojide yüzyıllar sürecek yeni bir ufuk açmıştı. Ancak yolculuk dönüşü biraz yorgundu…Kalp çarpıntısı, titreme, nefes darlığı ve baş dönmesi gibi rahatsızlıklardan şikayetçiydi. Sinirlenmesine yol açacak herhangi bir olay rahatsızlıklarını daha da artırıyordu. Bir zamanların korkusuz gezgini 2 yıl sonra evinde yalnız bir yaşamı seçti. Evinden yalnızca çok gerekli olduğu zamanlarda, o da, camları simsiyah aracıyla ayrılıyordu. Darwin hastalığının gerçek nedenlerini asla öğrenemedi. Dönemin doktorları, hastalığa çok farklı tanılar koydular. Hatta zayıf sinir sistemi veya karmaşık süperegosundan bile kaynaklanabileceğini ileri sürdüler. Tabii, bunların hiç biri değildi.
Darwin’de agorafobik kaygılar vardı. Peki agorafobinin kökeni genetik mi? Barcelona’daki Tıbbi ve Moleküler Genetik Merkezi’nde görevli Xavier Estivill başkanlığındaki bir ekibe göre, Darwin’in açık alan korkusunun (agorafobi) tek bir nedeni vardı: Sahip olduğu ve herkeste olmayan bir grup gen. Ünlü Cell dergisinde yayımlanan makalesinde Estivill, neredeyse her fobi ve panik bozukluğun kaynağının, 60 genden oluşan tek bir alanda (stretch) bulunduğunu öne sürmüştü.
Anksiyete bozuklukları, Estivill’in dikkatini, Antoni Bulbena’nın çalışmalarını incelerken çekmişti. Bulbena, Barcelona’daki del Mar Hastanesi’nde çalışırken, çift eklemli hastaların, diğerlerinden 16 kat daha fazla sinirsel bozukluklardan şikayetçi olduklarını saptamıştı. İşte Estivill, bu bulgulardan etkilenmiş ve Barcelona yakınlarındaki küçük bir kasabaya yerleşmişti. Orada, her iki rahatsızlığa da sahip olan ailelerden DNA örnekleri topladı ve onlarda ortak özellikler aramaya başladı. Bu tip karşılaştırmalı bir araştırma genellikle geniş bir genom analizi gerektirmekteydi. Karşılıklı DNA segmanlarını eşleştirmek ve ortak sekansları (sıra) saptamak oldukça zor bir işlemdi. Ancak Estivill kısa yolu seçti: 10 hastanın kan ve sperm hücrelerini genetik anomaliler/bozukluklar açısından test etti. Aradığını 15. kromozomda buldu. Çift eklemli kişilerin yüzde 87’sinde ve kaygıdan şikayetçi köylülerin yüzde 90’ında, 60-genlik bir dizi kopyalanmıştı. Aynı test birbiriyle akraba olmayan köylüler arasında da tekrarlandı. Kaygıyla genetik bozukluk arasındaki bağlantı daha da güçlüydü. Genel nüfusta, söz konusu genetik dizinin kopyalanma oranı yüzde 7’yken, kaygı bozukluğundan şikayetçi olanlarda bu oran yüzde 97’ye çıkıyordu.
Estivill, ‘‘Sonuçlar karşısında çok şaşırdım. Bozukluk aslında birçok genden kaynaklanıyor olmalıydı” diyor. Oxford Üniversitesi’nde moleküler biyolog olan Jonathan Flint, Estvill’in rakamlarının doğru olması halinde, bunun psikiyatrik bir bozuklukla genler arasında en belirgin bağlantının kurulacağını söylüyor.
Ohio Üniversitesi Endişe ve Strese bağlı Bozukluklar Kliniği’nde psikolog olan ve on yıldır endişeyle bağlantılı genleri araştıran Brad Schmidt, ‘‘Panik bozukluk ve fobilerin, bu denli basit olabileceğine inanmam çok zor oldu. Ancak bilim tarihi, oldukça karmaşık gözüken ama aslında çok basit olduğu anlaşılan durumlarla dolu” dedi.
Estivill saptamalarında haklıysa şizofreni, obsessif-kompulsif bozukluklar ve depresyon gibi diğer kalıtsal rahatsızlıkların kökeninde de kromozomlardaki değişiklikler yatıyor olabilir. Bu durumda astımdan kalp hastalığına kadar bütün rahatsızlıkların nedeni kopyalama gibi mekanizmalar olabilir. Kopyalama bölgesini saptayan Estivill, bir adım daha atarak, bir ya da iki gen tarafından kodlanan en az bir sinir reseptörünün kopyalanmasıyla hastalarının kaygıları arasında bağlantı kurdu. ‘‘Bölgedeki bütün genleri saptamadık. Ancak, bu genin, beynin korkuyla ilişkili bölgelerinde önemli bir rol oynadığını düşünüyoruz.” dedi.
Estivill, bir farenin içine bir genin kopyasını yerleştirdi. Farenin daha çabuk korktuğu ve diğer farelerle veya parlak ışıkla karşılaşınca hızla koştuğu gözlemlendi. Benzer bulgular, kaygıya bağlı bozuklukların düzeltilmesinde kullanılabilir. Yine de tam bir tedavinin bulunması daha zaman alacak. Öte yandan kaygı bir dereceye kadar insanlara yararlı da olabilir. Michigan Üniversitesi’nde psikiyatrist Randolph Nesse, ‘‘Endişe, ileri derecede gelişmiş bir savunma mekanizmasıdır ve bizi, uçurumlardan veya aç aslanlardan uzak tutar.’’ diyerek kaygının aslında tamamen yok olmaması gereken bir şey olduğunu ifade etti.
Darwin bile çektiği acıların bazı yararları olduğunun farkına varmıştı. Darwin ölmeden önce şöyle diyordu: ‘‘Rahatsızlıklarım belki yaşamımdan bazı yılların eksilmesine yol açtı ama toplumun dikkatimi dağıtmasını da önledi.” Bazı araştırmacılara göre, eğer Darwin’in dikkatinin yoğunlaşmasını sağlayan panik bozukluk olmasaydı, belki de hiçbir zaman ‘‘Türlerin Kökeni” yazılmayacaktı.
Estivill, aslında gen sistemimizde bilinen kopyalama mekanizmasından daha farklı bir mekanizmayı da keşfetmiş oldu. Birçok genetik bozukluk, belirli bir kromozomun belirli bir noktasının mutasyona (değişime) uğramasından kaynaklanıyor. Örneğin, kistik fibrosis’e, ciğerlerdeki sıvıyı çok akışkan hale getiren mutasyonlu bir gen sebep oluyor. Genlerdeki değişimler bir kez ortaya çıkarlarsa değişmeden sonraki nesillere aktarılırlar. Estivill’in bulduğu kopyalanma ise farklı çalışıyor. Kopya dizilerinin kromozom üzerindeki yeri değişmiyor, ancak dizi ya ters dönüyor ya da yeniden düzenleniyor. Daha da ilginci, bu değişiklikler aynı bireyde hücreden hücreye de farklılık gösterebiliyor. Estivill, bu olayı şöyle açıklıyor: Kopyanın kendisi aktarılmıyor ancak yalnızca kopyalama eğilimi aktarılıyor. Estivill genetik hastalıklarla ilgili tamamen yeni bir mekanizma ortaya koyuyor. Yüzde 30’u panik atak. Her 10 kişiden birinde ortaya çıkan panik bozukluklar ve fobilerin tedavisi için her yıl binlerce dolar harcanıyor. ABD’de kalp krizi nedeniyle acil servisi arayanların yüzde 30’unun asıl sorunları panik atak. Peki, panik atağa eşlik eden bu agorafobi nasıl bir tablo acaba?
AGORAFOBİ NEDİR?
Agorafobi genel anlamıyla alan korkusudur. Panik bozukluk yaşayan kişilerde sıklıkla görülür. Agorafobili kişi kendi kontrolünü kaybeder, öleceğini ya da delireceğiniz düşünür. Göğüs ağrısı, baş dönmesi, titreme, mide bulantısı, terleme ve nefes alamama gibi sorunlar yaşar.
Agorafobili kişi kendini en rahat evde hisseder. Halka açık yerlerde bulunmaktan, alışveriş yapmaktan, seyahat etmekten korkar. Kalabalık ortamda bir sorunla karşılaştıkları zaman yardım bulamayacaklarını düşünürler ve bu durumdan oldukça endişe duyarlar. Bu endişeleri yüzünden toplumsal bir alana gittikleri zaman yanında mutlaka çok güvendikleri biri olsun isterler. Yanındaki kişinin varlığı onlara bir sorunla karşılaştıkları zaman daha kolay çözebilecekleri güvenini verir.
Agorafobi nedenleri nelerdir?
1 – Agorafobi sinir sisteminde meydana gelen sorunlardan kaynaklı oluşabilir. Bu durum biyolojik nedenlerden kaynaklıdır.
2- Aile bireylerinde agorafobili birinin olması bu rahatsızlığın görülme ihtimalini fazlaca artırıyor. Bu durum genetik etkenlerden kaynaklıdır.
3- Kişi psikolojik travma yaşatacak herhangi bir saldırıya uğrama, yakınını kaybetme gibi bir durum yaşadıysa agorafobiye neden olabilir. Bu durum da psikososyal etkenlerden kaynaklıdır.
Agorafobi nasıl tedavi edilir?
Agorafobili kişiye doğru bir yaklaşım sergilemek gerekir. En doğru tedavi yöntemi bir terapiste görünmektir. Agorafobi anksiyete ilaçları ve antidepresanlar ile tedavi edilebilir. Agorafobi tedavi süreçleri çoğu zaman olumlu sonuç verir. Tedavi yönteminin etkisi hastanın durumuna göre değişiklik gösterebilir.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.